31 Mart’a Mektup

Selamlar,

Bir seçim arefesinde daha yazıp yazmamak konusunda tereddüt ediyorum. Siyaset, iletişimin, markalaşmanın ve pazarlamanın en güçlü örneklerini gördüğümüz ve marka tercihinin güçlü bir sosyolojik temele dayandığı hatta tercih edenler arasında güçlü taraflar yarattığı bir alan. O yüzden rasyonel düşünmek pek mümkün değil.

Daha önceki seçimlerde de seçim arefelerinde yazılar yazmıştım. Baykal’ın tutarsızlığının oy yerine sorun getireceğinden bahsetmiştim geçen yerel seçimler öncesinde. Çarşaflı kadınlara rozet takmanın oy değil algı karmaşası yaratacağına değinmiştim. 2011 seçimlerinde CHP’nin niye yine kaybedeceğini de yazmıştım. “Türkiye rahat bir nefes alacak” mesajını “Türkiye’nin derdi rahat nefes almak değil” diyerek yanlış bulmuştum. Seçim sonrasında pek çok kişi de bu noktaya değinerek mesajın yanlış verildiğini söylemişti.

CHP’nin siyasal iletişim konusunda pek başarılı olduğu söylenemez. Adaylarını açıklaması bile aylar sürüyor. MHP deseniz henüz komşu iki ilçedeki brandaları bile aynı formata sokmaktan aciz. Bu işi kim ne derse desin en iyi AK Parti yapıyor. Bu seçimlerde yine yapıyor. Darbeler yemesine rağmen yapıyor. CHP’nin kullandığı dış mekan reklamları bile 5 benzemez. Özellikle Sarıgül kendi kafasına göre iş yapıyor.

Bazı kişilerin AK Parti’ye oy verenleri salak, cahil ya da göbeğini kaşıyan adam gibi tanımlamaya devam ettiklerini görünce üzülüyorum. İnsanların bir torba kömüre oylarını sattığını düşünenler onları anlamaktan uzak oldukları ya da konduramadıkları için gerçekleri göremiyor. AK Parti seçmeninin daha az eğitimli olduğuna dair A&G’nin yaptığı araştırmaya karşılık, KONDA da eşit olduğuna dair bir araştırma yapmış. Öyle olma ihtimali yüksek ama ne önemi var ki? Demokrasi dağdaki çobanla şehirdeki üniversite mezunu öküzün oylarının aynı olması demekse neden bu konu gündeme geliyor? Daha eğitimli kişilerin daha doğru karar verdiğinin tasdiki ne? Daha doğrusu “Doğru karar” ne? Özellikle pazarlama ve ajans camiasındaki insanların AK Parti’nin çok oy almasına şaşırmasını kendi çekirdek kitleleri içinde “steril” bir hayat yaşıyor olmalarına bağlıyorum. Otobüse biner, sanayiye gider, Posta gazetesi okur ve Recep İvedik seyrederlerse belki AK Parti’ye oy veren kitlenin beklenti ve ihtiyaçlarını daha iyi anlarlar. İnsanların derdi kürtaj, alkol ya da ağaçtan çok daha başka. Türkiye’nin büyük bir kısmı istikrara oy veriyor. Bunu “AK Parti neden kazanır, CHP neden kaybeder?” kitabının yazarı Ateş İlyas Başsoy çok iyi dile getirmişti.

Siyasal marka tercihi pek çok marka tercihinde olduğu gibi bazı rasyonellere dayanır ama tüketim ürünlerinde olduğundan çok daha fazla irrasyonellik mevcuttur. Bu nedenle kişiler kendilerini ideolojik olarak yakın buldukları ve devlet/yerel yönetimden beklentilerine göre oy verirler. Geçenlerde birisi Twitter’da şöyle yazmıştı: Türk insanında kavramsal düşünme yeteneği zayıf, bu nedenle ona “Yol, köprü” gibi somut şeylerle gitmek gerek. Sahip olunması gereken bakış açısı tam olarak bu olmalı. Özgürlük kavramsal bir olgudur, yol ise somuttur. Başbakan ve AK Parti yönetimindeki tüm belediyeler rakamlarla icraatlarını insanın gözüne gözüne sokar. Öte yandan Haluk Mesci geçenlerde Başbakan’ın belediye başkanlarının önünde sahne alarak aday gibi görünmesini eleştirmiş.  Yerel seçimlerde aday çok önemli ancak AK Parti ne yapıp yapıp yerel seçimleri genel seçim havasına sokmayı başarıyor. Çünkü bunun da altında bir matematik var. 2009 yerel seçimlerinde %38,5 oy alan AK Parti 2011 genel seçimlerinde %50 oy aldı. Yani genel seçim havası AK Parti’ye yarıyor.

AK Parti reklamlarındaki mesaj da çok başarılı. “Lafa değil icraata bakmak” meselesin de matematiksel bir dayanağı var. Mevcut belediyelerden %49’u ak partili büyük şehirlerden ise %62,5’i. Yani icraat yapma insiyatifine sahip idari yöneticilerin çoğu (ne icraat yaparsa yapsın) AK Partili. Lafa değil icraata bakıldığında her halükarda AK Parti avantajlı. Hiç bir şey şans eseri ya da kazara değil.

CHP’nin geçen seçimlerde çizdiği ve bu seçimde de çizmeye devam ettiği “Pesimist” tablo ise hiç bir şey vaat etmiyor. Toplumun büyük kesimi manzarayı CHP’nin gösterdiği gibi görmüyor. Bu nedenle de vaat ya da mesaj yerine ulaşmıyor. İnsanlara yönelik yapacağınız en büyük iletişimsel yanlış “Sen yanlış tercih yaptın” demektir. Kimse tercihinin yanlış olduğunu kabul etmek ya da görmek istemez. Hiç bir zayıflama reklamının şişman kadın göstermemesi gibi reklamlarda karamsar ve kötü bir tablo çizmek, bu konuda genel bir mutabakat yoksa pek işe yaramaz.

Gezi Parkı olayları ve 17 Aralık darbesi gibi olaylarda AK Parti’nin güç kaybettiğini düşünenler olabilir. Şunu unutmamak lazım ki kendi kitlenizi birleştirmenin ve sadakati artırmanın bir yolu düşman yaratmaktır. AK Parti için yakın zamanda iki düşman türedi ve bu kendi kitlesinde çok ciddi bir bağlılık yarattı. Burger King – Mc Donalds savaşı gibi. Cemaat, ya da AK Parti’nin yine bir iletişim başarısı olarak “Paralel yapı” olarak tasvir ettiği kitle bir miktar azalmaya neden olsa da belki de çok daha geniş bir kitleyi hükümete sıkı sıkıya bağladı.

Tüm bunlardan ötürü AK Parti 25 Mart’ta çıkacağı iddia edilen kaset olayında da ayakta kalırsa seçimlerde %35-40 arası oy alacak. Fazlası var eksiği yok.