Yakışıksız

Kıvanç, karşımda öylece durmuş bana bakıyordu. Sol gözünün altında beş santim uzunluğunda bir yarıktan çenesine doğru kanlar akıyordu. Her zamanki pis sırıtışı vardı yüzünde.  Sonunda bu pisliğin karizmasının içine etmiştim.

Kabul ediyorum. İlk başlarda çok havalıydı. İstiklal Caddesi gibi kalabalık yerlerde yürümeye bayılırdım. Bir çok insan beni yolumdan çevirip fotoğraf çektirirdi. Hatta bazen bu kişiler arasında ünlüler bile olurdu. Tabi benden, yani Kıvanç’tan daha az ünlüler. Ben de ilk başlarda Kıvanç olmak için çok çaba sarf ettim. Saçlarıma çok iyi bakıyor, Mavi’den giyiniyordum. Bunun karşılığını da alıyordum. Epey bir kız düşürdüm bu sayede.

Ancak sonraları bu benzerlik çok can sıkıcı bir hal aldı. İnsanlar artık bana acıyarak bakıyor. Muhteşem bir sanat eserinin ucuz bir çakması gibiyim. Çok ünlü ve çok yakışıklı birine benzemek hiç de sandığım kadar güzel değil. Aksine üzerime konmuş bir lanet. Kendi benliğimi hiçe sayan bir maske var suratımda. Benim ne istediğim önemli değil, Kıvanç’ın ne istediği ne yaptığı önemli. Ona ne kadar benzediğim önemli. Başarım ona olan benzerliğimle ölçülüyor. O kaşına çizik mi attırdı, benden de aynısını bekliyorlar.

Şu an elimde kırmızı saplı bir falçata var. Sanırım en son lisede kullanmıştım. Kırıla kırıla iki parmak uzunluğunda kalmış. Böylesi daha iyi diye düşündüm. Ucuna baktım. Biraz pas tutmuş ama görevini yerine getirmeye hazır bir piyade er gibi dikiliyor karşımda. Falçataya bakarken tüm bu yaşadıklarım gözümün önünden geçmeye başladı. Kolay bir karar değil. İlk defa birine zarar vereceğim. Sonunda Kıvanç’ı bire birde yakaladım. Sakin bir şekilde sol gözünün altına, yanağının orta yerine falçatanın ucunu geçirdim ve aşağı doğru çapraz bir yol yaptım. Canım acımadı desem yalan olur. Ama içimde bir rahatlama belirdi.

O sırada içeri sevgilim girdi.

– Ayyy… Kadir ne yaptın yüzüne?

Aynadaki aksimi kontrol ettim, artık o lanet adama benzemiyordum.