Bir adam koşuyor hızlıca yanımdan. Elinde bir araba anahtarı. Belli ki acelesi var. Arkamı dönüp bakıyorum. Son model bir Audi’ye biniyor A kaç olduğunu merak ettiğiniz üzere. Koltuğa yerleşiyor ama hiç keyfine varacak vakti yok, emniyet kemerini bile takmıyor. Basıyor gaza ve tekrar geçiyor yanımdan hızlıca. On metre ileride durup iniyor arabandan. Kapıyı açıyor ve kapıyı tutuyor. Bir kodaman onun henüz poposuyla ısıtmaya bile fırsat bulamadığı koltuğa yerleşirken eline para tutuşturuyor. Hiç de saklamaya ihtiyaç duymadan yapıyor bunu.
Sonra vale adam başka numaraya bakıp başka bir anahtarı alıyor ve hayatında koltuğunu belki de hiç ısıtmayacağı başka bir lüks arabaya binmek için tekrar koşuyor. Kimin umurundaki markasının ne olduğu. Emniyet kemerini takma uyarısını bile duyamadan ineceği bu arabanın hangi marka olduğu önemli mi? Hiç sahip olamayacağı arabalarda – bu bir filmse – kısacık reklam araları gibi yaşıyor zamanı. Film hiç başlamıyor, hep reklam yayınlanıyor ve seyrediyor vale adam tüm reklamları. BMWlar, Porcheler, Jeepler, Cryslerler (ve nasıl yazıldığını, nereden alındığını bilmediği daha niceleri). Arabayla gelip koşarak gittiği bu soğuk parti çıkışında onlarca arabaya kısa dönem refakat ediyor.
Kadınsa evine şöyle bir bakıyor. “Bu hali güzel oldu” diyor. Kanepeyi biraz daha sağa itip, halıyı da biraz sola çekince tamam oluyor. Sehpanın üzerindeki vazoyu ve anlamını kendisinin de bilmediği bibloları estetik bir şekilde yerleştiriyor. Televizyon ünitesinin üstündeki rafta duran fotoğrafa şöyle bir bakıyor. Mutlu bir aile tablosuna gülümsüyor. Eliyle camını silip tekrar yerine koyuyor ama bu sefer başka bir rafa. Kapı çalıyor ve evin hanımı geliyor. “Hanımım her yeri güzelce temizledim, banyo duvarlarını sildim, camları da sildim” diyor. Hanımı odaları gezip şöyle bir bakıyor “Güzel, eline sağlık” diyor ve hiç de saklamaya ihtiyaç duymadan yevmiyesini veriyor eline. “Teşekkürler” diyor “temiz kadın” ve eşyalarını alıp çıkıyor rolünden.
Kendi evine doğru giderken içinden geçtiği bahçeye sahip bir evde hiç bir zaman oturamayacağını biliyor. Yine de hayal kurmaktan kendini alamıyor. Kendisini orada düşünmeden duramıyor. O
Evin hanımı, değişen yerlerine henüz alışmaya dahi fırsatı olmayan eşyaları “olması gerektiğine inandığı” yere doğru tekrar sürüklüyor. Bir taraftan da söyleniyor “Niye değiştirirsin ki yerini her zaman bunların, off…”.
Sahip olmadığı hayatları yaşar gibi yapan, acınası ve fakir olan kim? Zenginleştikçe neden mutlu olamadığını sorup duruyor insan ve intihar ihtimali artıyor. Eşyalarının kendilerine sahip olmasına izin veren Audi sahibi ve evin hanımına yardım etmek vale adam ve temiz hanım gibilerin borcu. Onları kral, kraliçe gibi hissettirmek için para alıyorlar aslında. Peki kim daha zengin? Sahip olmadığı hayatı yaşayan kim?