Hemen söyleyeyim. Bir babanın şiirlerinin, tıpkı geride bıraktığı mal mülk gibi, çocukları tarafından paylaşılamaması değil bahsettiğim.
Benim babamın şiirleri hiç paylaşılamadı. Hiç sosyal medya yüzü görmedi o şiirler. Kimsenin Facebook duvarında ışıldamadı, ya da kimse tarafından “Retweet”lenmedi. Seveni çoktu ama kimse onu fenomen yapmadı, hiç kimse hiç bir şiirini yıldızla gösterilen favorilerine eklemedi. Benim babamın şiirleri hiç paylaşılamadı.
Yaşamadan paylaşılan anların hükmettiği bu çağa, paylaşılmak için yazılmayan ve belki onlarcası hiç kimseyle hiç bir zaman paylaşılamayan, yazılmayan şiirleriyle yetişemedi o adam. Yetişse de bir bloğu olur muydu bilmem. Yetişemedi mi, yoksa o çağ gelince “Buranın havası bozuldu, ben kaçar aga” der gibi mi gitti bilmem.
O bir gerçek yazardı. Çünkü hiç bir zaman okunmak için yazmazdı. “İşte gerçek bir yazarın sahip olması gereken tek şey bu” dedim bugün kendi kendime. Okunmak için değil yazmak için yazmak. Bu sayede “haliyle” okunmak. Sipariş üzere şiir yazmışlığı vardır ama o da istisna. Tarkan’ın Sibel Can için şarkı yazması gibi değil bahsettiğim. “Hacı abi bizim hoca için de bir şiir söylesen” dediklerinde ilham gelirse o anda, gelmezse haftaya bir şiir çakardı. Kim bilir söylenen ama yazılmayan kaç şiir karıştı gitti nefes aldığımız havaya. Ama biz onu herhangi bir oksijen gibi tüketmeye devam ettik. Ciğerlerimizde bir yerlere dokundu belki ama aklımız yetmedi, kalbimiz hissetmedi. O anın hoşluğunda, bir gülümsemenin resmedildiği dudaklarda eridi gitti.
Babam hiç bilgisayar yüzü görmedi. Görmedi dediysek uzaktan gördü elbet ama klavyeye basmışlığı yoktu. MP3 çaları ona tarif ederken “Bak baba, bunun içine nerdeyse 300-400 tane şarkı sığıyor” dediğimde tepkisi, “Vay pezevenkler vay, nası yapıyorlar yav!” oldu. “Baba bak bu bilgisayar. Bilgi saymak dışında her boka yarıyor. Hele sosyal medya dedikleri bir şey var, insanların burada yüzlerce, yılda bir kere bile görmediği arkadaşı var. Herkes bir şeyleri paylaşıp takipçi artırmak için yarışıyor. Kimisi öyle ki paylaşmaktan hayatı kaçırıyor.” desem ne derdi bilmem.
O bizim gibi “Word” dosyalarına yazmadı aklındakileri. Sınırları yoktu. Her yeri defter gibi kullanırdı. Bir telefon rehberinin arkasını, bir gazete kağıdın kenarlarını, bir hesap kitap defterinin fihrist olarak ayrılmış yapraklarını, halı dokurken kullanılan örnek çizimlerin yer aldığı kağıtların kenarlarını (halıcı olduğu zamanlarda), çekirdek konan kese kağıtlarının üstünü (bakkal olduğu zamanlarda), sigara paketlerinin üstünü (sigara içtiği zamanlarda)…
Oysa kağıda yazmak ne güzelmiş. Tarihe bir iz düşme yetenekleri, dört yıl sonra bile bir yerlerden karşına çıkma ihtimalleri… Bir hata yapıp üstünü çizdin mi kağıtta, aynı şeyi daha farklı nasıl söylemeye çalışmışsın görünür. Kağıda yazmak güzeldir bu yüzden. Hataların görünür.
Benim babam hiç okul yüzü görmedi. Görmedi dediysek uzaktan elbet görmüştür, hatta abisi okula bile gitmiştir. Ama o, okuma yazmayı abisinden öğrenen, hiç okula gitmeyen bir şairdi. “Ne zaman şiir okumaya başladın” diye sorulduğunda henüz 10 yaşında bile olmadığını söyleyince şaşırıp kalırsınız, oğlu olsanız bile. Bir gece gördüğü bir rüyada, 500 yılda çıkılan bir dağda, bir yanına İsa’yı bir yanına Mehdi’yi alarak başlamış şiir yazmaya.
Yazma yeteneğinden bana bir zerre bahşeden babamın şiirleri hiç paylaşılamadı. Şimdiye kadar:
YOKSUL HASTA
Yorgunluk, halsizlik var vücudumda,
Gidip bir doktora ettim müracaat,
İnceleme yaptı her durumumda,
“Gayet vitamin al, üç ay istirahat.”
“Yazdığım iğneler gayet değerli,
Her gün iki kere vakti ayarlı,
Ver elliyi çık dışarı, zavallı,
Bak haline, olmuşsun bir iskelet.”
Bir reçete yazdı, koskoca ferman,
Vardım eczacıya, çıraklar kirman,
Yığıldı ilaçlar oldu bir harman,
Aman Allah bu ne büyük mazuret.
Biri hesap etti, biri topladı,
Bir göz attım iki yüzü atladı,
Eyvah bizim cepte atom patladı,
Tamir edek derken, ettik hasarat.
Verdim iki yüzü, birde küsuru,
Yok imiş dünyada derdin kısırı,
Doktor çıramı yaktı, eczacı hasırı,
Kaldı yüz yetmiş beş, aldık bir bilet.
Girdim dış kapıdan, çocuklar koştu,
Hele küçük yavru, yaramı deşti,
Cebim ilaç dolu, ellerim boştu,
Karı iki karış salladı surat.
Yığıldım köşeye, pabuçlarımla,
Yedim damaklarımı, hep dişlerimle,
Tam veda zamanı, gardaşlarımla,
Çağırın hocayı, versin esselat.